top of page

Rümeysa K. Homan

Öykü Yazmak Hiç Kolay Değildi

Adsız tasarım (11).png
Adsız tasarım (11).png

Sandalyeden doğrulup küllük olarak kullandığı çorba kâsesine uzandı. İki hafta olmuştu. Ne temizlik yapmış ne de dışarı çıkmıştı. Bilgisayarının başında uyumuş ve yine orada uyanmıştı. Verdiği yemek siparişlerinin artıkları aile yadigârı İran halısının üstünü sarmaşık gibi sarmıştı. Mutfak tezgâhı küflenmiş meyveler ve katılaşmış bulaşıklarla doluydu. Bir Allah'ın kulu adım atmamıştı içeri. Kapıcı, çöp var mı diye daireleri dolaşırken birkaç kez ziline basmıştı yalnızca. Ara ara evin içerisinde bir tur atıyor ve camdan dışarıyı izliyor, yine de elindeki çay bardağını hiç bırakmıyordu. İki haftadır da aynı bardağı kullanıyordu. Bu yüzeyi yağlı, yapışkan parmak izleriyle kaplanmış bardakla bazı günler üç çaydanlık dolusu çayı tek başına deviriveriyordu. Bu çaydanlık, kıraathanelerdeki büyük çaydanlıklar gibi değildi. Küçük, alüminyum aile yadigârı bir çaydanlıktı. Su kaynadığında çaydanlığın bağrından ufak bir fısıltı yayılırdı. Sanki bu fısıltı babaannesinin şefkatli sözcüklerini buhar suretinde evin dört bir yanına taşırdı. Sabahları veya öğlenleri hatta nadiren ikindi vakitleri uyandığında, mutfağa gidip çay demlemek için ocağın altını yakarken bu küçük demliği ne kadar sevdiğini düşünürdü. Su kaynayana kadar camın önünde bekler, aşağıda günlük hayatına devam eden insanları izlerdi. Kimi zaman bu insanların saçlarına kimi zaman kıyafetlerine, kimi zaman da koştururcasına attıkları adımlara yorum yapardı. “İnsanlar mutlu yaşamak derdinde değil ki yalnızca yaşamak derdinde” derdi içinden. Çayı rahmetli babaannesinin anlattığı gibi demlerdi. Önce suyu koyar, sonra çayı eklerdi. Biraz daha kaynatır ve sonra içmeye başlardı. Ocağın altını da asla söndürmezdi. Babaannesinin dediği gibi eğer çayın altını sıcak tutmazsa çayın tadı kaçardı.

İki haftadır evden dışarıya tek bir adım dahi atmadığı için olsa gerek ne bir yatma saati ne de uyanma saati vardı. Alarm kurmazdı, alarm kurmaktan ve saatlerden nefret ederdi. Gözleri ne zaman gün ışığını görmek isterse o zaman gözlerini açardı. O gün saat 13:14'te uyanmıştı. Çayı demledikten sonra babasının kütüphanesinden bir kitap almış ve okumaya başlamıştı. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini kitap bittiğinde idrak etmişti. Saat 17.24'e geliyordu ki açlıktan midesinin ağrıdığını fark etti. Tavuk pilav söyledi aşağıdaki büfeyi arayarak. Pilavının üzerine ketçapla minik bir kalp çizdi ve afiyetle midesine indirdi. Yeniden çay demlemek için mutfağa gitti. Suyun kaynamasını beklerken pencereyi açtı. Bir sigara yaktı. Derin bir nefes aldı ve ciğerini sigaranın dumanına teslim ettikten sonra kafasını hafifçe arkaya yaslayarak yukarıya doğru üfledi. Birinci nefes. İkinci nefes. Kafasını arkaya yaslayarak içerdi ki sigara dumanının ciğerlerinden havaya nasıl karıştığını görsün. En çok bu yüzden severdi sigara içmeyi. Sigara dumanının çizdiği yol hele de hava sakin ve rüzgarsızsa çok farklı rotalar çizer ve kaybolurdu. Bazen dans gösterisi izlermiş gibi gelirdi. Kıvrılırdı duman havada. Dudaklarının bittiği noktadan kıvrılırdı. Üçüncü nefes. Dördüncü nefes. Beşinci nefesi çekerken suyun kaynadığını fark etti. Çayı demledi. Bilgisayarın başına geçti. Sandalyede oturmaktan omuzları çökmüştü. Ensesinin bittiği yerden beline kadar müthiş bir ağrı saplandı. Umursamadı. Zaten neyi umursamıştı ki. İki hafta önce kız arkadaşı bu sebepten ayrılmamış mıydı? Annesi vefat etmişti E.’nin. Cenazenin ardından bir hafta geçmişti. E. annesinin eşyalarıyla dolu evde artık kalamadığını söyleyerek küçük bir valizle evine gelmişti. Kapının ardında E.’yi görünce teselli etme mecburiyetinin verdiği gerginlik ile “hoş geldin” demeyi bile unutmuştu. Her zamanki gibi çay demlemişti. Çaylarını yudumlarken E. durup dururken ağlamaya başlamış ve ona sarılmıştı. E. o kadar sarsılıyordu ki ağlarken ne yapacağını bilememiş ellerini E.’nin memelerine götürmüştü. Uzun zamandır sevişmemişlerdi. Şimdi sırası mıydı? Değildi. Ellerine hakim olamamıştı yalnızca. E. sert bir bakış fırlatmıştı. Bu bakışları, tek nefeste savurduğu küfürler takip etmiş ve umursamazlığını yüzüne vurarak evi terk etmişti. E.‘nin arkasından “Başına kötü şeyler gelmesine sen karar veremezsin ki, hayat verir.” demişti cılız bir fısıltıyla. Ya suçluluk duygusu henüz zihnini meşgul etmediğinden ya da sağanak yağmur altında ıslanmak istemediğinden E.’nin peşine düşmemişti. Pencereden E.’nin koşar adımlarla taksiye binişini izlemişti. E.’nin gidişiyle beraber, çaydanlıktan etrafa yayılan şefkatli fısıltı da dahil tüm sesler kesilmişti sanki. Yansımasıyla göz göze gelene kadar pencerenin önünde E.’nin gidişini izlemişti. Gözleri mahmur bir edayla “Yaz” demişti. Pencereden yansıyan gözleri konuşurken babasının sesini kullanmıştı. Liseye giderken babası haftada bir iki gün, onuncu sınıflara ilim dersi vermeye gelirdi. Ders çıkışında eve geldiklerinde henüz heyecanını alamadığından, derse salonda devam ederdi. Elindeki Kur’an’ı sağa sola sallar ve hayranlıkla “Oku” derdi. “Oku”. Bu sözcüğü telaffuz ederken babasının gözleri sevgiyle ışıldardı. Bu ışıltı ise ömrünün son dakikalarını geçirdiği kütüphane odasını aydınlatırdı. Gözleri ile bakıştığı o birkaç saniyede babasının sesiyle yazmaya karar vermişti. Tıpkı babasının ruhuyla yaşamaya karar verdiği gibi… Babasının sesiyle dökecekti ruhundaki yarayı, irini tomar tomar kağıda. Beynindeki delik yazdıkça kapanacaktı ki her satırda kendine daha da yaklaşabilsin ve başıboş duygularını esaretten kurtarabilsin. Gözleri sessiz bir devrim başlatmıştı böylece.

 

13.14’te uyandıktan sonra 02.56’da tekrar uykuya dalana kadar günü işte böyle geçirmişti. Arada bölük pörçük düşünceler aklına üşüşmüş, düşüncelerini sakinleştirmek için elinden bırakmadığı çayından birer yudum almıştı. Saatlerce oturmuş, on dört bardak çay içmiş fakat yine de üç cümle yazabilmişti: “Babası, ruhunu teslim ettiği gün sevdiği kitaplardan alıntılar okumasını istemişti. Okumaya Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanından başlamıştı. İlk satırın sonuna geldiğinde gözyaşları patır patır kitabın sayfalarına dökülürken babasının artık nefes almadığını fark etmişti.”

 

Üç cümleyi arkasına alarak uyumaya karar verdi. Bir sigara yaktı ve bitirdi. Çayın altını kapattı. Yatağına geçti. Yarın uyanır, bu sefer hava kararmadan yazmayı denerdi. Yazmalıydı. Belki de yazmak için bir deftere ihtiyacı vardı. Boş bir defter işine yarayabilirdi, muhakkak kalemi defterin yapraklarında gezdirmeliydi. Defter mürekkep ile buluşmalıydı, mürekkep defterin yapraklarına akmalıydı. Zihninden düşünceler belki de mürekkep sayesinde akardı ve hikayesini yazardı. Uykuya dalmadan evvel bir dolma kalem bir de defter almaya karar verdi. Çünkü öykü yazmak hiç kolay değildi. Bu yüzden her yolu deneyecekti. Üstelik bu sefer mürekkebini fısıltılara teslim etmemeye de kararlıydı. Ertesi gün uyandığında çay demlememe sebebi de buydu.

©2023, Gargoyle Dergi

bottom of page