Afife Hale Bilir
Gülümse; Gidiyorum
.png)
Sandy penceresini açtı, temiz havayı içine çekti. Dalgınlıkla baktığı uzaklardan dönünce gülümsedi. Evindeki her eşyayı çok seviyordu. Yalnızlıktan olsa gerek hepsiyle ayrı bir ilişkisi vardı sanki. Pencerenin önündeki küçük masa, üzerindeki baş ucu sürahisi ve suyun içinde taze nane yaprakları. Bir de çerçeve. İçindeki fotoğraf az biraz büyük gelmişti, kenarından kıvırıp koyulmuştu belli. Sandy fotoğraftakileri misafirlerine tanıtmayı çok severdi. Elinde de bir tek bu fotoğraf kalmıştı, belki ondandı fotoğrafa olan bu aşırı düşkünlüğü.
“Ah efendim hemen tanıtayım. Bunlar benim çocuklarım; sırasıyla en baştaki Sofie biraz dişlek olan. Gülümseyen ortadaki Summer, yaz günü doğmadı ama yazı hatırlatan bir gamzesi vardı. En sondaki oğlum Salvatore, biraz huysuzdur. Küçükken de böyleydi. Aman efendim aslında iyi huyludur da burcundan herhalde.” Kenarından kıvırdığı fotoğrafın kıvrık yanını ise hiç açmazdı anlatırken. Belliydi, yanlarında biri daha vardı.
Krem karamel… buzdolabından eksik olmayan o tatlı. Biraz da fıstık döküp yerdi üstüne. Çocukluğunuzu hatırlatan tatlıyı bir düşünün, işte öyle samimi, sıcacık, evinde hissettiren bir tatla kaşıklardı. Tatlının üstüne bir sigara yakıp güneşin batışını izlerdi her akşam. Emekliliğin keyfini çıkarmak böyle bir şeydi onun için. Bunca ağacın arasında yalnız mıyım yoksa çok mu kalabalığım diye düşünürdü. “Yalnız kalmaya geldim ben buraya, bir kere de ben terk edeyim şehri. Hem çocuklar büyüdü, kendimi dinlemem biraz uzaklaşmam lazımdı.” diyerek kendine birkaç hatırlatma yapardı her akşam. “Hep terk edilen taraf mı olacağız cicim, bir kere de biz terk edelim şu şehri!” deyip kahkahayı basardı.
Ama terk edilmek o kadar da kolay değildi, ömür boyu büyüyen kırılgan bir duygu gibiydi.
İlk kez babası tarafından terk edilmişti Sandy henüz 7 yaşındayken. Evet çok ilgili bir baba değildi ama sahiden bu kadar erken çekip gitmesine gerek var mıydı? Terk etmenin de zamanı olur mu onu da bilemezdi ama neyse. Büyümüştü bir şekilde. Biraz kusurlu, biraz hasarlı, biraz da kendinden uzak…
“İlk terk edilişim, ilk terk edilişim… tek değildi son hiç olmadı. İkinci terk edilme hikayem kocam efendi tarafından. Freud olsa ağzına laf vermiştik ama neyse ki tanışmıyoruz. İçten içe biliyordum aslında gideceğini. 6. hissim kuvvetlidir. Eh madem biliyordun ne diye evlenirsin be kızım dediğinizi duyar gibiyim aman cicim hiç girmeyin o laflara. Eh aşıktım ve aşkın biraz da bırakmak olduğunu öğreniyordum. İster kader deyin ister kendini gerçekleştiren kehanet. Olan oldu ve terk edilme korkumla bir kez daha baş başa kaldım.”
İnce ve zayıflamış bacaklarını üst üste atıp elini çenesine dayar, evini baştan aşağıya bir süzerdi. Öylece bakmayı çok severdi. “Terk edilmek ve yalnız kalacağım günlerin gelmesi korkusu. Ömür boyu büyüttüğüm kırılgan duygum. Kırılıp içime yerleşen en büyük korkum.”
Akşam saat dokuz oldu mu kapısı çalardı. Hemşiresi gelirdi tam bu saatlerde. İlaçlarını verip giderdi. Sandy bir süredir uğraştığı demans hastalığıyla baş edemeyince longoz ormanlarındaki bu hastaneye gelmişti. Misafir demişti kendine, hasta değildi o. Her günü tekrar yaşamak, anıların silinmeye başlaması bulaşıcı bir delilikti sadece.
Mutfaktaki küçük çekmeceye gitti eli, biriktirdiği tüm ilaçları masasına döküp göz ucuyla bir saydı. Baş ucu sürahisinden su doldurdu avuçlayarak içti tüm ilaçları. Fotoğrafı çerçevesinden çıkarttı, kat izi olan yerden açtı. Terk edildiğini ona hatırlatan eski sevgilisini unutması gerekiyordu. Her bir şeyleri unutuyordu da terk edildiğini bir türlü unutturamamıştı bu illet hastalık ona.
.png)
_edited.png)