top of page

Rümeysa K.Homan

Anahtar Köprüsü

Adsız tasarım (7).png
Adsız tasarım (7).png

“Elma değil limon yiyorum sanki” diye geçirdi içinden. Şansı elma seçerken bile yaver gitmemişti. Halbuki manavın önünden geçerken yan yana dizilmiş rengarenk elmalar gözüne ne lezzetli görünmüştü. Eğilip itina ile incelemiş ve en kırmızı olanını seçmişti. Son lokmasını çiğnedikten sonra elmanın çöpünü çöp kovasına tüm hırsıyla fırlattı ve dudaklarının arasından tısladı: Seni aşağılayan asla senden daha nitelikli değildir.

Ellerini ceketinin cebine yerleştirerek yürümeye devam etti. Şehrin iki yakasının tam ortasından yükselen Anahtar Köprüsü’ne yöneldi. Şehrin çözülme noktasıydı bu köprü, sözgelimi bu köprüden geçmek gerekirdi her nereye gitmek ve varmak istersen. Kara bulutlar şehri irin gibi sardığında bile Anahtar Köprüsü’nün ışıkları dolunay misali aydınlatırdı geceyi. Aşıklar bu köprüden yürürdü, aşklarına kavuşmak için de ayrılmak için de. Şehrin uğursuzluğunu uğuruna katar, ihtişamıyla şehri kaplardı.

Köprüye ilk adımını attığında ceketinin cebinde hoyratça tırmaladığı tırnaklarının kanadığını fark etti. Şefinden çıkaramadığı hırsını tırnaklarından çıkarıyordu. Tırnaklarını her tırmaladığında şefinin varoş bakışları gözlerinin önüne hücum ediyordu. O varoş bakışlarıyla kendisini küçümsemesine, her fırsatta avazı çıktığı kadar bağırmasına dayanamıyordu. Canına tak etmişti fakat ödemesi gereken borçlar yüzünden bu işe mahkûm kalmıştı. Kafası dolup dolup taşıyordu.

Kanayan tırnaklarla ceplerini karıştırmaya başladı. Dışarıdan görenler can havliyle cebinden kanı bastıracak bir şeyler aradığını sanabilirdi fakat bir sigara ve çakmak çıkarmayı tercih etti. Dudaklarının arasına yerleştiği sigaradan çıkan dumanlar köprüye çökmüş sis bulutuna karışırken adımlarını sertleştirdi. Köprünün ortasına geldiğinde sis bulutunun içinde kaybolmayı diledi. “Seni aşağılayan asla senden daha nitelikli biri değildir” dedi sesli bir şekilde. Ruhunun dehlizlerinde hapsolmuş sesinin şehrin her bir sokağında yankılanmasını istedi. Ağzına yapışan nem tanelerine aldırış etmeden avazı çıktığı kadar bağırdı:

  - Seni aşağılayan asla senden daha nitelikli biri değildir.  

Sesinin sis içerisinde kayboluşunu izlemeye koyuldu.  Birkaç adım sağında yakaları dik, delici bakışlı başka birinin daha olduğunu fark etti. Yakalarının arasından sarkan heybetli bakışlarından işkillenmişti. Acaba dediklerimi duydu mu diye düşünürken bin bir tane fikir beyninin duvarlarına tırmanmaya başlamıştı. Son günlerde şehri örten sadece sis bulutları değil aynı zamanda arkası kesilmeyen cinayet haberleriydi. Polis titizlikle çalışmasına rağmen herhangi bir gelişme elde edememişti. Gazetelerde, dergilerde, radyolarda, televizyon programlarında herkes bu cinayetleri konuşuyor ve katilin kim olduğuna dair söylentiler çığ gibi büyüyordu. Kimisi katilin işlediği bir cinayetin görgü tanıklarını temizlediğini, kimileri ise katilin maktulleri göz ucuyla seçerek öldürdüğünü iddia ediyordu. Sabah işe giderken metroda göz gezdirdiği bir internet sitesinde yazılanların beynine üşüşmesine engel olamadı. Bu teoriye göre katil her gece Anahtar Köprüsü’nde bir tur atıyor ve göz göze geldiği ilk insanı seçiyordu. Maktullerin Anahtar Köprüsü’ne yakın muhitlerde oturduğu ve her gece evlerine bu köprüden yürüyerek gittikleri göz ardı edilmemeliydi. Her gece köprüde dolaşan ve sis bulutlarının ortasında siyahlar içinde bir adamın siluetini gördüğünü iddia edenler de vardı. Ayrıca şehrin her iki tarafını bu kadar kolayca saran bir köprüye ulaşmak da kaçmak da oldukça kolaydı. Katil için en kullanışlı rota bu olmalıydı.

Düşünceler beyninin duvarlarını aşındırmaya başlamışken evine gitme vaktinin geldiğine ikna oldu. Yavaş ve tok adımlarla evine doğru yürümeye başladı. Dik yakalı adam da birkaç adım sonra adımlarına eşlik etmeye başladı. Onunla göz göze gelmiş miydi? Aralarındaki mesafe her adımda sabit kalıyordu. Onunla göz göze gelmediğine ikna olmaya çalıştı. Netice olarak göz tüm bedeniyle kıyaslandığında küçücük kalıyordu. İki farklı kişinin iki küçük organının aynı anda birbirine bakması ne kadar mantıklıydı ki? İçini buz kesmişti. Bir yandan bunun tesadüf olduğunu düşünse de kulakları katili anlatan haberlerle çınlıyordu. Bu çınlama ayaklarına tesir ediyor ve ayakları titrek bir edayla asfalta değiyordu. Bağırarak dikkatini mi çekmişti? Yönünü değiştirerek dik yakalı adamdan kurtulabileceğini düşündü. Köprüden çıkmıştı artık. Adımları daha da sertleşmişti. Eve varamama fikri beyninin her milimetresinde zonkluyordu. Hızlı adımlarına bir dükkâna veya bir yabancıya sığınma fikri eşlik ediyordu. Gözleriyle bir yandan dik yakalı adam ile mesafesini ölçerken bir yandan da birilerini arıyordu. Kimseciklerin olmaması şüphelerini tetikliyor, beynindeki zonklamalar şiddetini artırıyordu. Önüne gelen ilk sokağı döndüğünde hızlandı. Dik yakalı adam da adımlarını hızlandırmıştı. Bir sonraki sokağa döndüğünde koşmaya başladı. Dik yakalı adam da koşmaya başladı. Bu kadarı tesadüf olamazdı. Söylentilerin doğruluk payı vardı ve bugünün son günü olmasını istemiyordu. Son gününün nasıl olacağını çok düşünerek birtakım planlar yapmıştı fakat bu planların arasında şehrin karnına bela salmış bir seri katil tarafından öldürülmek yoktu. Üstelik yaşadığı her dakika mutlu olma ihtimalinin bir şekilde var olabileceği de hakikatti. Bu hakikatin bir seri katilin vicdanı altında yok olmasına izin veremezdi. Koşmaya devam etti. Soğuk hava ciğerlerini kesiyor, ayakları asfalta her çarptığında yamuluyordu. Dizlerinde derman kalmamıştı fakat evine de yaklaşmıştı. Kapıdan içeri girdiği anda her şey son bulacaktı. Sıcak bir duş alacak ve ciğerlerine ılık nefesler çekecekti. Kestirme diye girdiği sokakta çöp torbaları yerlere saçılmış, sokak lambaları muğlak bir titreşime teslim olmuştu. Poşetleri yara yara koşmaya devam etti. Dik yakalı adam ile arasındaki mesafe daralmıştı. Nabzı gittikçe zirveyi zorluyordu. Mesafeyi açması gerektiğini fark etti. Eliyle bir yandan ceplerini yokladı. Eğer apartman kapısına varmayı başarabilirse anahtar elinde olmalıydı ki kapıyı kısa sürede açıp içeriye sığınabilsin. Pantolonunun cebinde çakmağın altında anahtarını kavradı. Evinin olduğu sokağa varmıştı. Aradaki mesafeyi artırmak için ayaklarına ve ciğerlerine en keskin emirlerini veriyorken karşısına aniden çıkan kedi yavrusuyla irkildi. Yavruyu ezmemek için adımını küçültmeye çalıştı fakat bu hamlesi ile kaldırıma tepe taklak çakıldı. Evine varma çabasının ve amansız koşusunun sonuna gelmişti. Kaldırımın en ücra köşesine çekildi. Aklından katile yalvarmak için cümleler akıp gidiyor fakat nefesi ve dili bir türlü bu cümleyi sarf etmeye yetmiyordu. Katilin ayak sesleri tüm sokağı inletiyordu. Son nefeslerini içine çekerken şaşırtıcı hakikat ile yüzleşti.

Aptal bir gülümsemeyle yere yığıldı. Yığıldığı yerden yıldızlar hiç olmadığı kadar parlak ve yakın görünüyordu. Bu akşam yıldızların ne kadar mucizevi olduklarını düşünerek uyuyacaktı. Ertesi sabah uyandığında ise yıldızları, kuşları, kedileri, bulutları, haylaz çocukları ve dahası aylardır ihmal ettiği kendisini hayranlıkla izleyecekti. Çünkü aldığı nefesin her zerresinin bir belayı da bir devayı da yaratabilme kabiliyetinde olduğunu idrak etmişti.

Akşam koşusuna çıkmış genç bir adam, istifini bozmadan kaldırımı es geçerek koşmaya devam etmişti. Kulaklıklarından çalan müzik şehrin uğultusuna karışmış, kaldırıma serilmiş kahkahalar içerisinde kıvranan adamı görmemişti bile.

©2023, Gargoyle Dergi

bottom of page