Pınar Dereli
Belki Evin Havası Değişir
.png)
Belki evin havası hafiflemiştir.
Hatta belki de evin havasının rengi, gözle görünür bir şekilde değişmiştir.
Her gün canıma tak ettikçe yaşam; yüzüme sıktığım o lavanta suyu, işte onun da kokusu, zamanla evde yok olacak. Aman ne acı!
Benim yokluğumda, İstanbul’un taşıdığı mai zarafeti bile koyulaşıp değişecek, ona döndüğümde ise yine yeniden saracak beni yedi fıstıki koluyla.
Belki de, raflar azalan kitaplar sebebiyle hafifleyince, kitaplık bir oh çekmiştir. Çünkü benim kitaplarımın ağırlık yapmasının sebebi o boynu bükük raflara; kitapların içini, okurken aldığım minik notlarla doldurmamdır. Hatta resim bile çizerim sayfaların boşluklarına bazen.
Hiçbir sayfasına zarar gelmesin diye yalnızca çalışma masanda, özenle okuduğun o Orhan Pamuk romanı var ya; belki o da bir şükür namazı kılmıştır benim çok konuşan kitaplarımdan bıkıp usandığı ve sonunda onlardan kurtulduğu için. Tıpkı senin benden bıktığın gibi.
Kim bilir belki de omuzların hafifler, çünkü ben değilim artık kalbine ağırlık yapan. Omuzlarda hissedilen ağırlığın kalp ile alakası nedir? Çünkü bir keresinde demiştin ki, artık çok ağır geliyormuş sana “dahice” fikirlerim. İnsanın aklına tahammül edemediğini, kalbinde taşıdığına inanmam ben. İşte bu yüzden değilim ben kalbinde ve yine aynı sebepten bir yük gibiyim omuzlarında. Bunu biliyorum, bunu biliyorsun, bunu biliyoruz. Tezer Özlü biliyor, Abdülhak Hamit Tarhan biliyor, Sabahattin Ali biliyor, İstanbul biliyor… Bir sen bilmezlikten geliyorsun, şaka gibi. Şehrin gürültü patırtısını sükûnetle kuşanabilen* ben, aklımın kalabalığına tahammül edemeyen sen!
Canhıraş bir bakış ki, nasıl elimi kesti bilemezsin o bakışın. Ben artık yazamıyorum! Diyeceksin; yazamayışının sebebi, olsa olsa ancak senin iç buhranlarındır. Ben de pek emin değilim, sebebi sadece bakışın mıydı yoksa o bakışların eskimesi mi üzerimde! Bakma bana, diyemedim. Diyemezdim. O senin gözlerinin özgürlüğüdür. Kötü bir bakışsa da öyledir, ancak hisleri yansıtır gözler. Ama saygı duymam gerekirse bakışına, uzaklaşırım ben. Olduğu gibi kabul ettiğimiz herkesin yanında kalamayız değil mi? Sana da demiştim bunu, hatırlarsın, çok içtiğimiz bir gece. Ayakta duramıyor, durur gibi yapıyordun; benimse başım öyle bir dönüyordu ki, dünya güneşin etrafında dönüyormuş ya, bana ne! Oturmuştuk bir kaldırıma. Demiştin ki, kusacağım ben. Kus, dedim. Kus ki doğrulabil, kus ki en azından miden rahatlasın, en azından miden temizlensin.
“Senin aklın hiç mi temizlenmez be”, diyemedim o sarhoş halimle bile. Sonralarda bir gün eve bir şamdan getirdin, onu bir eskicide gözüne kestirmişsin. Bir zamanlar üç adet mum taşıyabiliyormuş üzerinde, şimdi ise biri kırık ancak iki adet taşıyabiliyor. Kitaplık gibi onun da boynu büküktü anlayacağın. Gümüş olduğunu iddia etmişler, sen de inanmışsın, inanmak istemişsin. Biraz temizlenince parlar, göz kamaştırırmış. Aynı benim gibi. Ben hiç anlamadım bunu, ben parlıyor muydum? Yoksa biraz temizlenmem mi gerekiyordu parlamam için? Ondan sonra, hızla alıp çıktığım duşlar saatler sürer oldu. Ben hiç parlamak istemedim ki, senin beni parlak görmeni istedim belki, kabul, ama parlamıyorsam da amenna diyebileceğini düşündüm. Bizim aramızdaki bağı yalnızca bakışlarının eskittiğini söyleyemeyeceğim. Zaruri bir ayrılığın bu bağa hiçbir etki edeceğini de düşünmüyorum. Bizim seninle ortak bir özgürlüğümüz yok. Sen benim, özümü kendime saklama özgürlüğümden rahatsızsın. Kendine benzeyen bir öteki yaratmanın peşindesin. Yalnızsın.
Şimdi ayırdına varıyorum, bakışlarında zamanla sinsice ortaya çıkan bu yenilik yüzünden gerçekleştiğini düşündüm bendeki bu değişimlerin. Sanırım insan aciz bir varlık ve bu acizliğinden aldığı güç ile sanıyor ki kendi davranışlarını değiştirdiği vakit belki bir öteki de bana ayak uydurur ve değiştirir kendini. Sen de böyle düşündün ve değiştirdin bakışlarını. Ama benim hislerim değişti, davranışlarım değil. İnsanın somut varlığının sığılığı karşısında direnen bir iç benliğin varlığını hesaba katmayışın ne acı!
İki adetti taşıyabildiği mum sayısı şamdanın, kırdım, artık bir.
Yüzlerceydi taşıyabildiği kitap sayısı kitaplığın, artık hafif.
Ve artık dünyanın suyu tükenmiyor çünkü kısa sürüyor duşlarım.
Ve ben dönüyorum yedi fıstiki kolun sarılışına bırakınca kendimi rengi açılacak olan o maiye.
__________________________________________________________________________________________________
* Kendinden Geçme Yeri, Abdülhak Hamit Tarhan
.png)
_edited.png)