Rümeysa K.Homan
.png)
.png)
Martı
Sabah mutfağın camından içeriye adım atmak üzere olan bir martı ile göz göze geldi. İlk kez bir martıyı bu kadar yakından görüyordu. Martıları, vapurda insanların attığı simitleri kapma yarışı içerisindeyken izlerdi. O yüzden martıların, cüsseleriyle uyumsuz olan uzun gagalara sahip oldukları daha önce hiç dikkatini çekmemişti.
Martı, bakışlarını az önce kendisi için hazırladığı kahvaltı tabağına dikmişti. Yemeğini davetsiz bir misafire kaptıracak olmanın verdiği gerginlikle camı hızlıca kapattı. Martı kaçtı. Tabağına bir çatal koyup odaya geçti. Dün mesaideyken en sevdiği dizinin yeni bölümü çıkmıştı. Hemen telefonundan açıp izlemeye koyuldu. Martıdan kurtardığı kahvaltısını afiyetle yedi. Diziye bakınıp dururken koltukta uyuyakaldı. Haftanın altı günü saat 6.30'da yola koyulduğu için erken uyanmaya alışmıştı. İzin günü dahi olsa beş dakika fazla uyuyamazdı. Uyandı. Tabağını toplayıp mutfağa götürdü. Önce elini deterjana ve süngere yaklaştırdı, sonra da yıkamaya erindi ve ılık bir duş almak için banyoya geçti.
Elmas bir sene evvel, kendisini aldattığını öğrenince kocasını terk etmişti. O zamanlar Sarıyer'de, bir kuaförde manikürcüydü. Erdi de bir tamircide çıraktı. Evin geçimini ikisi de çalışarak sağlayabiliyorlardı. Hisarüstü’nde, gecekondu mahallesinde oturuyorlardı. Sabahları evden erken çıkar; bazı akşamlar geç gelir, bazı akşamlar ise ezandan önce evde olurdu. Erken geldiği zamanlar kocası Erdi'ye en sevdiği yemekleri yapar ve kocası yemekleri iştahlı iştahlı yerken, onu izlemeyi severdi. "Sen ne duruyorsun? Yesene... Açlıktan öleceksin" derdi Erdi. "Seni izlemek midemi de ruhumu da doyuruyor" diye cevap verirdi. Erdi muzip bir bakış fırlatırdı ve soluğu yatak odasında alırlardı. Bir gün işi yine erken bitmişti. Koştur koştur pazara uğramış sonra da eve geçmiş ve nefis yemekler yapıp beklemeye başlamıştı. Saat 8 olmuş, 9 olmuş, 10 olmuştu ama Erdi gelmemişti. Beklerken koltukta uyuyakalmıştı. Ertesi sabah uyandığında yatağa ve sofraya hiç dokunulmamış olduğunu fark etmişti. O günden sonra Erdi, eve geç gelmeye ve çok sinirli bir tavır takınmaya başlamıştı. Hatta bir gün Elmas'a, neden geciktiğini sorduğu için başlayan kavgada, tokat bile atmıştı. Birkaç ay sonra da Elmas, şüphelerine yenik düşmüş, Erdi'nin telefonunu kurcalama fırsatı bulmuş, mesajları okumuş ve aldatıldığını öğrenmişti. Gözünden süzülen birkaç damla yaş ile mutfağa dönüp yemek yapmaya devam etmişti. Ertesi gün iş yerinden, hastaneye gideceğini söyleyerek izin almış ve Erdi'yi takip etmişti. O akşam Erdi'yi bir kadınla sarmaş dolaş görmüştü. Artık aldatıldığından emin olmuştu. Dünyası başına yıkılmıştı. Aşık olduğu adam eve gelmiyor, geldiğinde ise bağırıp çağırıp evden çıkıp gidiyordu. Olaydan bir hafta sonra küçük bir not bırakarak evden ayrıldı. İşyerinde çalışan Özbek bir manikürcü vardı. Onun bir arkadaşının Gülbağ’daki evine ev arkadaşı aradığını öğrenmişti ve oraya yerleşti. Evin yakınlarında, bir otelin restoranında, bulaşıkçılık yapmaya başladı.
Duştan çıktıktan sonra saçlarını kurutmayı pek sevmezdi. Saçları kıvır kıvırdı ve kurutma makinesini değdirince yün yumağına dönerdi. Hava sıcaktı. Saçlarını bir güzel taradı ve saldı. Bulaşık yıkamaktan çok sıkılmıştı. Tezgahın üzerindeki bulaşıkları görmezden geldi. Bugün keyfi oldukça yerindeydi. Vapurla karşıya geçip geri gelmeyi düşündü. Hazırlandı ve evden çıktı. Beşiktaş'tan vapura binmek üzereyken, iskeledeki simitçiden simit aldı. Hayatında ilk defa martılara simit atacaktı. Kurmuştu işte hayatını. Tek başına... Bir cesaretin göstergesiydi bu. Artık daha çevik, atik ve güçlüydü. Yoksa kahvaltısını bir martıdan bir çırpıda nasıl koruyabilirdi? Martıları besleyecek, onların amansız yarışını izleyecekti. Bunu hak etmişti.
Çok aşık olmuştu Erdi'ye. Ailesi yalvarmıştı. Etme kızım, bırak o serserinin peşini, gitme kızım, kendine yazık etme kızım. Etmişti. Onsekiz yaşına bastığı gün Erdi ile İstanbul'a kaçmışlardı. Son bir sene içerisinde çok ağlamış, çok gözyaşı dökmüştü. Fakat gururuna yedirememiş, ailesinin yanına dönmeyi hiç düşünmemişti. Evden kaçtığından beri ne babasıyla ne ablalarıyla konuşuyordu. Arada bir annesini arıyor, sesinde teselli buluyordu. Bir gün annesi, Erdi’nin geldiğini haber etmişti. Erdi “Beni terk etti, bırakıp gitti yosma” demişti babasına. Küçük bir tartışma çıkmış, eniştesi birkaç yumruk sallayınca Erdi topuklamıştı. Annesinin dediğine göre Erdi; Elmas’ın, ailesinin yanına döndüğünü düşünmüş, onu orada göremeyince de gözü dönmüştü. “Neredesin kuzum? Ne etti o serseri sana?” diye sızlanmıştı annesi. Annesinin sesinde merhametin tınısına rastlayınca içi bir saniyeliğine yumuşamış, ne olup bittiyse anlatıvermişti. Annesi telefonun ucunda, onu geri dönmeye ikna etmek için, dakikalarca ağlamıştı o gün. Dönemezdi. “Tükürdüğümü yalamam ben” diyerek telefonu kapatmıştı ve annesiyle de konuşmayı kesmişti. Nerede olduğunu annesine bile anlatmamıştı ve anlatmayacaktı. O gün, bir sır olarak yaşamaya devam etme kararı aldı. İçindeki öfkeyi ve acıyı ancak böyle dizginleyebilirdi.
Vapur Kadiköy'e doğru ilerlerken simitleri parçalara ayırıyor, martılara doğru fırlatıyordu. Bugün kendini çok güçlü hissediyordu.
Vapurla tekrar Beşiktaş'a döndü. Eve yürürken hep önünden geçtiği bir butik vardı. Vitrinde kırmızı puantiyeli bir elbise asılıydı. Bir saniyeliğine duraksadı. Elbiseyi bir kez daha üzerinde hayal etti. Hayale kapıldı ve dükkandan içeriye adımını attı. Elbiseyi aldı ve yola devam etti. Fırının önünden geçerken fırından gelen kokulara kayıtsız kalamadı. Bir somon ekmek bir de simit alıverdi ve yola devam etti. Ağzı kulaklarında bayır aşağı eve seke seke yürüyor, bir de şarkı mırıldanıyordu. Evin olduğu sokağa sapar sapmaz karşısında Erdi'yi gördü. Bıçak yutmuş gibi dimdik ve hareketsizce Erdi'ye bakmaya başladı. Erdi elinde bir silah tutuyordu. “Nerelerdeydin bu zamana kadar yosma” diye ağzından tükürükler saçarak bağırıyordu. Elmas'ın suratında tek bir ifade yoktu. “Elmas evi terk etmiş, başka adama kaçmış diyorlar. Adımı çıkardın yosma”. Tak. Elmas'ın suratında tek bir ifade vardı: acı. Tak. Erdi yok oldu. Elmas; günlerdir giymenin hayalini kurduğu elbise, somon ekmek ve simitle beraber yere yığıldı. Son nefesini alırken gözlerini gökyüzüne dikti. Gökyüzünün rengini hiç bu kadar beğenmemişti. Son nefesini verirken ellerine baktı. Bulaşık yıkamaktan sertleşmiş, çatlamıştı elleri. Bu eller bir senedir kendi kendine kurduğu hayatının mimarıydı. Teşekkür etti. Aşkın ve korkmuş insanlar henüz Elmas'ın başında toplanmaya başlamışken yukarıdan bir martı yanaştı. Elmas’ın edebiyen kapanacak olan gözlerine baktı. Yere saçılmış ekmek poşetinin içinden simiti kaptı. Uçtu. Elmas henüz 22 yaşındaydı. Düşündüğü son şey “Elmas 1 - Martı 1” oldu. Onun yarışı burada sona ermişti. Artık nefes almıyordu.
.png)
_edited.png)