Mert Türk
Gezgin Çocuk
.png)
Geceyi bıçak gibi kestikten sonra sabaha uyanabilenlerin şehrinde güleç bir çocuk vardı. Karanlık bir ülkede doğduğunu fark etmesi yıllarını alabilirdi ama almadı. Dokunduğu yerleri sevdi. Kaldırım taşlarına oturdu bazen. Sokağı seyrettikten sonra başka mahallelere doğru koştu. Meşin topların çarptığı bacak aralarının acısını zıplayarak atabileceklerini sanan çocuklar vardı bu mahallelerin birinde. Diğer mahallenin birinde zorba olan herkesin evinin önüne kibrit bırakıp aklınca onları korkutabileceklerini sanan küçükler vardı. Bir sonraki mahallede cigaraya yeni yeni başlamış birkaç gencin yeniyetme aşklarını Ferdi dinleyerek attığı teraslar bulunuyordu. Bu mahallenin tepesinden düşen küllerin altında sonraki mahalleye geçti çocuk. Ekmek girmeyen evleri gördü; çorapsız bebekleri, üşümüş kediler geçti önünden. Islak bir Eylüldü. Çok oynarsan altıyla, bir bakmışsın buz keserdi.
Nihayet bir mahallenin ortasında durdu çocuk. Başka bir genci gördü sokağın ortasında, yüzü mosmor, bileklerinde çizikler dolu, teni beyaz ama kirlenmiş halde, taş çatlasın yirmilerinde… Oturup izlerken bu genci sıralanan apartmanların birinden üst katlardan bağırdı birisi. “Fethi, gel buraya.” Genç kalktı yerinden. Topallaya topallaya sesin olduğu binanın altında durdu. “Ne var ulan yetmedi mi?” diye titrer bir halde bağırdı camdaki kadına. “Akıllı ol lan. Altındaki donu da alırım bir daha gelmezsen.” Dedi. Ötekisi fısıldar halde bir küfür savurdu kadına. Döndü arkasını. Çocuğa bakıp “Ne bakıyon len. Ayı mı oynuyo dırzo.” Çocuk korktu. İrkilip öte mahalleye kaçtı.
Kaçarken binaların sıvalarına dokundu. Gün sayar halde olan binaların ölümlerini belki de koca bir deprem ya da bir yangın getirirdi. Çocuksa aklına bu ihtimallerin hiçbirini getirmedi. Koşmaya devam etti. Bisikletiyle yarış yapan çocukları; bekçinin tekinin hırpaladığı bir dilencinin bacaklarının aniden iyileştiğini gördü. Kaldırım taşlarının arasında basmadan koşarken saat gün ortasına gelir gibi oldu durdu, ilerlemesi için para teklif edildiği konuşuldu mahallede. Olmadığı fark edilince güneşin vurduğu camları kamulaştırma kararı aldı devlet.
Çocuk koştu, koştu, koştu. Boş bir arsaya geldi. Ortasında dönüp duran bembeyaz arabalar gördü. Son ses müziğin açıldığı bu arsada bütün çimenler sarıydı. Güneşe baktı. Güneşe benzemek için sarardıklarını sandı. Azıcık yaklaşınca bu arabalardan da korktu. Arsanın önündeki kıyısından koşmaya devam ederken bir caddeye geldi. Tıklım tıklım olan kalabalığa baktı. Çeşit çeşit yamalı elbiseli insanlar ellerinde küçük kağıtlar ile bir yere koşuyorlardı. Meraktan delirdi. Kıyıdan köşeden ilerleyip gittikleri yere doğru hareket etti. Caddenin sonuna vardığın bir platformun üzerinde mavi ve turuncu tabelaların olduğu bir dizi platform gördü. Mavi tabelaların olduğu masalardan insanlara kağıtlar karşılığında beşlik onluk kağıt paralar dağıtılıyordu. Bu platformların arkası bir perdeyle örtülüydü. Hınca hınç kalabalık arasından sıvışarak platformlardan tekinin altına girdi. Perdeyi hafifçe kaldırıp etrafa baktı. Takım elbiseli beş on adam, turuncu tabelanın arkasından gelen çuvalları el arabalarına koyup bir kamyona yüklüyorlardı. Bir kamyon hareket ederken bir diğer geliyordu. Anlamadı ne olduğunu. Anlamaması içindi.
Kalabalıktan girdiği gibi sıyrılmaya kalkarken bir iki diz darbesi yese de kazasız şekilde caddenin başına geldi. Canı sıkılmıştı. Anlayamadığı şeylere canı sıkılıyordu. Her sabah doğduğu evinden her gece ölür halde bulunmak için çıkar gibiydi. Elleri cebinde kafası önde yürürken bir sokağa girdi. Bu sokakta karşılıklı iki kahve vardı. Bu kahvedekilere bakınca birbirinin benzerleri olduklarını ancak birbirlerine ters ters baktıklarını gördü. Çay dağıtan kahveciler arada birbirlerine kağıt paralar verip kahvelerine geri döndüklerinde dönüp birbirlerine bağırmaya başlıyorlardı. Onların bağırmasıyla yerlerinde harekete geçmeye hazır adamlar birbirlerine doğru koşup tekme tokat kavga etmeye başlıyorlardı. Düşündü, anlamadı.
Evine dönerken sarışın birisi başını okşayıp bir kitap uzattı ona. Okuyamayacağını söylese de onda durmasını söyledi. Başlarda hafif olan kitap önceden geçtiği mahallelerden geçerken ağırlaşmaya başladı. Ancak bu sefer korktuğu her kim varsa elinde kitabı gördükleri gibi ondan uzak durdular. Evinin olduğu sokağa geldi. Birkaç serseri köşe başında durmuş halde ona doğru baktılar. Kitabı görmelerine rağmen üzerine doğru yürüdüler. Kaçmaya çalışsa da ensesinden tutan bu serseriler bol pantolonlarıyla çocuğu yere fırlatıp tekmelemeye başladılar. Gece iyiden iyiye indiğinde çocuğun aldığı tekmelerden dolayı gözleri kararmaya başladı. Tam bayılacağı sırada vücuduna değen tekmelerin birer birer azaldığını fark etti. Gözlerini açtığındaysa evinin önünde uzanır halde olduğunu ve yanı başında kitabın durduğunu gördü. Evin kapısı ardına kadar açıktı. Evin içiyse ışıklar içindeydi. Ayağa kalktı ışıklara doğru yürüdü. Duvarlarda tarlalar içinde koşan bir çocuğun resmi vardı. Sonraki fotoğraflardaysa sadece bir dolunayın altındaki göl. Odasına girdi. Yatağına yattı.
.png)
_edited.png)