Rümeysa K. Homan
Bulutsu Duygular
.png)
.png)
.png)
Bir saat sonra telefon ederim dediğimden bu yana bir saatten çok vakit geçmişti herhalde. Nerede olduğumu bilmeden yalpalaya yalpalaya sonu olmayan kurak bir yolda yürüyordum. Yaşadıklarımı, yaşadıklarımızı usum almıyordu sevgilim. Sana neler demiştim, ne yollar gelmiştim ve nasıl bu duruma düşmüştüm? Şükrediyorum ki telefonum bu olayların dışında, selamet içinde kalmıştı. O da bitmek üzere olan piline direniyordu. Bu direnişi ayaklarımdan ve usumdan daha görkemli bir şekilde yerine getirdiğine yemin edebilirim.
Sesini duyduğumda nasıl da capcanlı cevap verdim değil mi? Tüm bu olaylar bittiğinde, biterse şayet, yaşadıklarımı sana anlattığımda gözlerin hafifçe buğulanacak. Sen o buğunun altına hem ince bir öfke hem de taşkın şefkatini saklayacaksın ve ellerin kolların havada asılı dururken titrek sesinle soracaksın: “Neden bana anlatmadın?”. Belki devam edeceksin konuşmaya, devam ettikçe sesindeki titreşim artacak: “Neden kendini bu yalnızlığa mahkûm ediyorsun?”. “Etmiyorum, yalnızlık insanın en ve tek doğal hali” dersem yine büyük bir fırtına kopacak aramızda. Elime aldığım, içine üç beş eşya tıkıştırdığım çantayla yollara düşeceğim. O yollarda içime bakmayı deneyeceğim ve koskocaman bir karanlık bulup içerisinde kaybolacağım. İşte tam bu yüzden sana anlatamıyorum sevgilim. İçimdeki karanlık ikimizi de yutsun istemiyorum. Sadece bu da değil. O sıcak gülüşlerini bırakıp bu lanet olası şehre geldiğim için affedilemez bir öfkeye bulanıyorum. Nasıl bu kadar aptal olabildim? Artık aptallığı bırakma vakti geldi, değil mi?
Kaç saat geçti üzerinden emin olamıyorum. O içine üç beş eşya sıkıştırdığım çantayı içerisindeki tüm param ve pasaportum ile çaldırdım. Bir tek telefonum kalmış cebimde. Onu da sen arayınca fark ettim. “Şarjım azaldı, bir saat sonra telefon ederim” diyerek kapattım yüzüne. Kapatır kapatmaz ise bu attığım her adımda gömüldüğüm yola gözlerimden şelaleler akıttım. Sesine sarılmak isterdim oysaki, gözyaşlarımı da gülüşlerimi de sesinde saklamak.
Biliyor musun saatlerdir yanımdan hoyratça geçen arabaların içinden tanımadığım insanların kahkahaları yükseliyor, semaya kavuşuyor ve haylaz bulutlarla dünyaya karışıyorlar. Onların kahkahaları da benlikleri de asfalta batmıyor. Bu asfaltın yalnızca bana bataklık olduğunu idrak ediyorum sevgilim. Buradakilerin bizim gibi kederleri yok. Evlerini ezip geçen dozerler, yüreklerini kanatan haberler, gözlerine çöken sisler yok. Sabah uyandıklarında etraflarını saran pırıl pırıl bir gökyüzü, saçlarını rüzgâra savuran ağaçlar, burunlarına dolan mis çiçek kokuları var sözgelimi. Bir tek senin benim gibi diyarlardan kaçmış, hayalleri koparılmış göçmenlerin yüzünde bulutsu bir ifade var. Arkasında sağanak yağışlar mı şimşekler mi saklıyor yoksa gökkuşaklarına gebe mi bilinmez. O yüzden bulutsu demek makul geliyor bana. Burada dans etmek konuşmak kadar doğal biliyor musun sevgilim? Biliyorsun tabii ki. Defalarca sen de anlatmıştın bana. Üzerine geçirdiğin o püsküllü etekle dans etmeyi denemiştin. Ben şimdi cümlelerine sığınmaya çalışıyorum. Yüzünde hiç eskimeyen o çocuksu ifadeyi içime gömesim geliyor. Var olan gücümle sadece ve sadece sana sığındığımı hayal ediyorum ama artık dayanamıyorum sevgilim. Bataklık beni yutuyor. Karanlığa düşüyorum ve tutunacak bir şey de yok, sesin bile terk etmiş beni öyle bir ıssızlık. Gözlerim kapanıyor ve asfalta batıyorum.
Uyandığımda karşımda iki çift göz görüyorum. Merakla eğilip beni inceliyorlar. Elleri bellerinde birbirlerine bakıyor bu gözler. Anlamadığım kelimeler dolanıyor etrafımda. Kulaklarım ana dilimi bile ayırt edemeyecek kadar yorgun halbuki. Birbirine bakan gözler aralanıyor ve arkasından bulutsu gözler yaklaşıyor yanıma. Dudaklarında yayvan bir gülüş, elinde telefonumu tutuyor: “Karınız aradı” diyor dişlerinin arasından tıslayarak. Kırık bir İngilizcesinin olduğunu ayırt edebiliyorum neyse ki. Gözleri neden bulutsu anlıyorum hemen. Kim bilir hangi diyardan kopartıldı diye düşünüyorum. Yanıma sokuluyor, beni yolda hareketsiz yatarken bulduklarını ve hemen eve taşıdıklarını anlatıyor. Su istiyorum parmağımı hafifçe ağzıma doğru yükselterek. İki çift gözden kadın olanı elinde bir su bardağı su ile beliriyor. Sanki suyu ilk kez tadıyormuşçasına kana kana içiyorum. Bulutsu gözler anlatmaya devam ediyor. Yüzünde, sürekli hareket ettirdiği ellerinde ve sesinde tatlı bir telaş hâkim. Benim de kendisi gibi koparılmış bir fidan olduğumu biliyor, hatta bundan emin. Senin aradığını söylüyor. Telefonumu kulaklarıma dayıyor. Doğrulmaya çalışıyorum ama nafile. Sesini duyuyorum ve gözlerime yaşlar yeniden hücum ediyor sevgilim. Sana üzerimden hiçbir eşya çıkmadığını ve şehir merkezinden çok uzakta bir köyde olduğumu söylemişler, ağlamışsın telefona yansıyan tınıdan belli. Burnunu çeke çeke soruyorsun bana “Neden bana anlatmadın?”. Hıçkırıklarımla cevap veriyorum sana sevgilim. Bulutsu gözler çekiyor telefonu kulaklarımdan. Güvende olduğumu söylüyor ve telefonu kapatıyor. Hıçkırıklarım kesilmiyor, senelerce içimde sakladığım karanlıktan kaçıyorlar ve ben onlara hakim olamıyorum. Hakimiyetimi kaybediyorum. Tekrar uyandığımda üç çift göz ile kahvaltı sofrasında buluyorum kendimi. Tabağımda içi çikolata dolu bir krep ve mevsimi olmadığı halde portakal var. Bulutsu gözlerin çevirmenliği ile iki çift göz ile konuşuyorum. Benim için bugün polise ve Türk Büyükelçiliği’ne gideceğimizden bahsediyorlar. Her şeyimi kaybettiğimi yüzüme vurmak istemedikleri ince bir nezaket hakim dudaklarından dökülen kelimelerden. Halbuki her şeyimi kaybettiğim o bataklığın derinliğinden kendimi de seni de bulduğumdan bihaberler. Kahvaltı sofrasından kalkıyoruz. Bulutsu gözler Orta Doğululuğuna yaraşır bir şekilde koluma yapışıyor. Bana arabaya kadar destek oluyor. Tekrar düşeceğimden mi korkuyor yoksa sallantıda olan ruhunda tutunacak bir kol mu arıyor ayırt edemiyorum. Beni Büyükelçiliğe götürecekleri arabaya kadar böylece yürüyoruz. Arabada dili çözülüyor ve başlıyor anlatmaya. Bu sefer ne senden ne de benden konuşuyor. Memleketini anlatıyor, memleketinde gezinen bulutları, memleketinde batan güneşleri, gökyüzünde taht kuran yıldızları, rengi tupturuncu olan Ay’ı. Dediğine göre, İran’da mühendislik yapmak için Sünni olduğunu senelerce saklamış. Devrim Muhafızları Mühendislik Birliği’nde çalışıyormuş ve Şii olmayanlar burada çalışamadığı için Sünni olduğunu saklamak zorunda kalmış. İnsanın kendi olması için bile savaş vermesinin ne kadar acı bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Aradan geçen senelere direnememiş ve Sünni olduğu ortaya çıkmış. Ajan diye hapse atmışlar, çeşit çeşit işkenceler yapmışlar. İşkenceler yapıldığını söylerken bir saniye duraksamasından anlıyorum bulutsu gözlerinin ardında ne sakladığını. Bir şekilde İran’dan kaçtığını ve burada iki çift gözün yanında bahçe, tarla işlerine yardım etmeye başladığını anlatıyor. Gözleri ile elleri birkaç saniyeliğine buluşuyor. Mühendis olduğunu hatırlıyor ve bunu her gün kendine hatırlatıyor gibime geliyor. Tam da o an kendin olmak için verdiğin savaştan yenik düşmenin daha acı olduğunu fark ediyorum.
Araba, yalpalayarak battığım bataklık yolun üzerinden kayış gibi kayıyor. Seneler sonra ilk kez içimi bir huzur kaplıyor. Bulutsu gözlerin fırtınalarını da yaptığım hataları da bir kenara bırakarak yeniden uykuya dalıyorum sevgilim. Bir süre sonra bulutsu gözler, üzerime yağmurunu dökerek uyandırıyor beni. Türk bayrağını işaret ediyor ve “Geldik” diyor. Özlem, sabırsızlık, hüzün, çaresizlik… Ne kadar duygum varsa hepsini aynı anda hissediyorum sevgilim. Arabadan iniyorum. Hiç eşyam yok ve bu durumun hiç tuhafıma gitmemesi tuhafıma gidiyor. Elime biraz yemek, su ve para sıkıştırıyorlar. Ufaktan bir minnet duygusu da yeşeriyor dimağımda. Sıcağı sıcağına üç çift göz ile kendi dillerinde vedalaşıyorum. Bulutsu gözler Farsça telaffuzumu duyunca bir anlığına güneşe teslim oluyor. “Nasıl?” diyor hayretler içerisinde. “Sen öğrettin” diyorum “yüreğin fısıldadı.” Seninle her dilde “merhaba”, “seni seviyorum” ve “hoşça kal” deme yarışması yaptığımız oyunları bilmiyor tabii ki.
Arkama bakamadan içeriye doğru adımımı sallıyorum. Anadilim ve memleketimin kokusu kucaklıyor beni sevgilim, sana kavuşacak olmak tüm hücrelerimi kaplıyor. Elime verdikleri tek bir kağıt ile havalimanına gidiyorum. Bulutsu gözlere neden son bir defa daha bakamadığımı sorguluyorum. Memleketime ve sana kavuşacak olmanın yüzüme sirayet ettirdiği huzuru kıskanmasını istemediğimi fark ediyorum.
İnanır mısın yüreğim uçakta geçirdiğim her saniye gümbür gümbür çarpıyor. Sen oradasın biliyorum, bana hiçbir zaman uzak olmadın biliyorum, bataklıktayken bile kalbimden bana seslendin biliyorum.
Uçağın tekerlekleri yere değer değmez dermansız dizlerim sana koşuyor. Yanımda hiçbir eşya yok, yalnızca sana olan sevgimi taşıyorum. Kollarımı beline sarıyor, saçlarını içime çekiyorum. Evimize giderken bulutsu gözleri ve ardında yatan tüm o titrek duyguları da kalbime katmışım, tüm açıklığıyla fark ediyorum.
“Rilke diyor ki “Hayatın her duruma hakkı vardır” Sana adil davranması dileğiyle…”