top of page

Olvido Ayşe Akan

Serpune

Adsız tasarım (7).png

Kediyi kapattığım odadan çıkarıp ona şu soruyu sordum:

-Sadece iki kişinin konuşmalarından oluşan bir öykü olur mu?

Kedi de bana geçenlerde düzelttiğim bir kitabı hatırlattı.

-Çok sevmiştin o kadının öykülerini. Hani sadece karşısındakiyle konuşuyordu ama karşıdakinin ne dediğini bilmiyorduk. Kadının cevaplarından oluşuyordu metin. Hahaha,  oradan mı öykündün sen de? Bir de yeni bir şey bulmuş gibi bana soruyosun. İyi oldu ama beni buradan çıkarttığın. Yeni gelen kum iyi değil, kötü kokuyor. Afedersin direkt yatağa işesem daha iyi kokar. O kumu temizle, bitince de eski markadan al. Camı da aç azcık havalansın oda. Ben şu çiçeğin yapraklarını yemeye devam edeceğim. Geçen izin vermedin, çok aklımda kaldı. Sonra ceza olarak yine kapatırsın beni odaya. Yo canım sıkılmıyor hiç, gizemli herifin beyaz kedisiyle bakışıyoruz akşama kadar. Çok merak ediyorsun nasıl biri olduğunu di mi?mrrrrrrrr.

-Hayır, merak etmiyorum. Hayır, çiçeği yiyemezsin çünkü anneme verdim. Hayır, öykünmedim ama sen söyleyince aklıma geldi. Beğenmiştim o öyküleri. Neyse gel izle başlıyorum. Beğenmediğin yerlerde müdahale et. İnsanlar yazılarımdaki kedi kafasını çok beğeniyor. Sen de seviyorsun bu işi.

-Seviyorum.mrrrrrrrrrr.

 

SERPUNE

 

(-O ne be?mrrrrr.

-Okudukça öğreneceksin.)

 

-Ata binmeyi sever misin? Ata biner misin? Ablam… Ablam çok severdi ata binmeyi. Sen ata biner misin?

-Ata hiç binmedim ama binemem herhalde. O tür zevklerim yok.

-Bir tadını alsan çok seversin. Hatırlıyorum, ablam çok azgındı. Atın üstünden inmezdi. Çok geç evlendi. Normalde benim ailemde kızları on dört bile olmadan evlendirirler. Çünkü çok zayıf bir aileydik. Babamın hiç erkek kardeşi yoktu. Savaşa gitmişler, hepsi ölmüş amcalarımın. Bir babamdı. Onun da tek kolu sakat. Diğer aileler çok güçlüydü. Avlularından içeri bir sürü adam... Bir tabur asker gibiler. Bizde sadece babam. Öyle korkardık ki kimseyle kavga edemezdik. Çocuklar beni döverdi, ağabeylerimi, kardeşlerimi döverdi, hiç karşılık vermezdik. Çünkü biz de onlara vursak babalar işin içine girerdi. Babamıza zarar gelmesin diye sesimizi çıkarmazdık. Ne diyordum? Kızlar… Annem sürekli çocuk doğururdu oğlu olsun diye. Oğlanları çoğaltsın da bari çocuklar ileride birbirlerine sahip çıksınlar. Başta bir büyük, bir ata, bir dede, bir amca yok. Tabii hep erkek doğmuyor. Arada da kızlar oluyor. Her kız doğumu ailenin gücüne bir eksi. Çünkü bu sefer de kızları korumak gerekecek. Ablalarım, kız kardeşlerim doğdukça annem karalar bağlardı. On dördüne gelmeden de evlendirirdi güçlü ailelerle. O da haklı bir yerde; başımıza bir bela gelse, bir aileyle aramız bozulsa, kızlara zarar vererek öç almak isteyecekler. En iyisi fazla serpilmeden kocalarının himayesine yollamak onları. İşte ama bu ata binen azgın ablam çok çirkindi. Kimse almıyordu onu. O da gece gündüz ata biniyordu.

-Ne alaka yaa? Atın üzerinde vücudunu mu sergiliyordu köydekiler onu izlesin de istesin diye?

-Hayır dağda bayırda biniyordu. Kim görecek? Ben görüyordum ama. Ata sürtünerek kendini tatmin ediyordu.

-Ne?! Çok iyiymiş.

-İyiydi de biz anlıyorduk. Ablamın azgınlıklarına en çok da ben maruz kaldım. Bunun böyle olduğunu köyden çakalın biri sezmiş. Kandırmış bunu. Üzüm bağlarının oraya çekip çekip orasını burasını elliyor. Ablam da salak, beni götürüyor yanında. Yani geç evlendi dediysem... O on dokuz yaşında, ben de on... on bir... Aldı beni yine bir gün, "Gel bir bağa bakalım." dedi. Gitmesem tek gidecek. Mecbur, ben de gidiyorum. Anladığımı belli etsem babamların, ablamın başı belaya girecek; belli etmesem kanıma dokunuyor. Neyse gittik bağa. Bu çakal da geldi biraz sonra. Üzümler de bir olmuş ki salkımlar yere değiyor. Serpune derler bizim orada. Kazık gibi bir şey işte, odun. Bu üzümler yere değip zarar görmesin diye dalları ona bağlar destek yaparlar.

(-Hmm bu muymuş serpunenin anlamı? Güzelmiş.mrrrrrr.)

Bu herif ablama üzüm yediriyor. O da kızar gibi yapıyor ama üzümü de yiyor yani. Ben biraz civarda gezdim dolaştım ama yok dayanamadım. Bunlara doğru yaklaştım. Adam üzümü ne yapsın, ablamın meme uçlarını yiyor. Kan beynime sıçradı. Beni hiç görmüyorlar, o sinirle zar zor çıkardım serpuneyi yerinden. Bir ablama beş adama. Herif gülüyor, ben vuruyorum. Ablam kaçtı gitti. Ben de korktum, onu kovalar gibi yapıp uzaklaştım adamdan.

-Hahahahahaha kıyamam sana, ne travma ama... Şimdi görüyor musun ablanı peki? O hangi şehirde?

-O şu an Ankara'da yaşıyor. Görüyorum, çok severim. Ben o yaşta bile onun azgınlığına merhamet duyuyordum. Hiç kızmadım ki ona. Hatta…. Siz kaç kardeşsiniz?

-Ben tekim de ne hatta? Bir şey anlatacaktın vazgeçtin. Devam et lütfen.

-Bilemiyorum ki seninle durumumuz ne olacak. Evleniriz falan, görürsün ablamı hoş olmaz. O yüzden anlatmak istemiyorum daha fazla.

-Saçmalama yaa, bana ne kızdan. Lütfen anlat.

-Ben dışarıda çocuklarla oynarken ablam arada bir beni eve çağırırdı. Yani ben sekiz dokuz yaşlarındayken. O da tabii biraz daha küçüktü o zamanlar ama diyorum ya hep azgındı.

-Ne?!..

(-Gerçekten "Nee?!" ablası atı keşfetmeden önce buna mı biniyormuş?mrrrrrr.

-Duuur hızımı kesme yazıyorum.)

-Yani, çağırırdı işte. "Çok kirlenmişsin gel yıkayayım seni babamlar gelmeden." falan derdi. Oramı buramı kurcalardı yıkarken. Biraz sürtünürdü. Ben ne yaptığını anlardım ama evlenmedi diye acırdım ona. Çok büyük gelirdi yaşı. Çok geç kalmış gibi düşünürdüm evlenmeye. Halbuki o da çocuk yani o sıra.

-İnanılmazsın. Yuhhh. O yaşta nasıl bu kadar olgun düşünüyordun. Ay öbürüne travma dedim. Bu mevzu ondan beter çıktı.

(-Ama yetmez.mrrrr. Bu kadarla bitiremezsin. Serpune işin içine tekrar girmeli daha acılı bir şekilde.mrrrr.

-Zaten serpune daha acılı şekilde giriyor da... Eklesem mi bilemedim. Olayın merkezinde abla mı olsun, serpune mi? Buna karar vermek lazım. Yani abla ise burada biter ama serpuneyi merkeze alırsam çocuğun asıl mevzusunu anlatmam gerekecek.

-Anlatsana kızım. Başladığın işi tam yap. Sonunda bu serpune birinin kıçına giriyor bu belli de... Hihihihih mrrrrrrrr.)

-İnan bana bunlar benim travmam değil. Olsa olsa ablama şefkat duyma, ona acıma sebeplerim olur. Ben onu çok iyi anladım, yaptıklarını çok doğal buldum. Bir intikam hissi uyandırmadı bende onun yaptıkları. Benim kendime cevabını veremediğim, intikamını almak için yemin ettiğim sonra da alıp rahatladığım başka bir meselem vardı.

-Ay ben kaldıramayacağım daha fazla.

-Peki.

-Hayır! Peki diyerek susma. Anlat lütfen. Anlatmazsan sabaha kadar gitmem buradan.

-Zaten bunları gitme diye anlatıyorum. Sana yaralarımı gösteriyorum ki bana şefkat duy ve seni yaralamam için imkanlar sun.

(-Pezevenge bak, işi de biliyor. Dürüstlük üçkağıdını kullanıyor. Bunları anlatıp sonuna da bunu ekleyerek kim bilir kaç kıza bastı.mrrrrrrrr

-Yok be, kızlar ona basıp basıp geçmişlerdir.)

-Hahahahah seni pislik. Tamam anlat, çok üzülürsem senin de beni yaralamana izin veririm.

-Yedi sekiz yaşlarındaydım. Babam dedi ki "Gel Murat şu hayvanları yayalım." Sevindim. Babam bana "Murat" dediği için, adımı tek seferde doğru söylediği için sevindim. Gittik. Her yer bomboş zaten. Bir hayvanlar bir biz... Babam orada bana.

-Ne yaptın, nasıl? Ağladın mı? Ne dedin? O sana ne dedi? Annene söyledin mi? Annen anladı mı? Sonra babana bir şey dedin mi? Baban sana ne dedi? Şimdi babanı görüyor musun? Allah'ım inanamıyorum.

-Dur dur. Kimseye bir şey demedim. Çok korktum. Babam beni o an öldürecek diye de korktum. Yaptıktan sonra yani. Birine bir şey söylemeyeyim diye öldürür sandım. O, onu yaparken çok canım yandı ama ölüm korkusu düştü o an içime. Bitince beni öldürecek mi öldürmeyecek mi, bunu düşündüm hep. Hani bu benim babam, bana bunu nasıl yapar falan bunları düşünmedim. Nereden aklıma geldiyse öldürecek mi fikri geldi. Bu fikir sayesinde ne acı, ne utanç, hiçbir şey kalmadı. Tek güdüm vardı: yaşamaya devam etmek. Bitince ağlamadım bile kızmasın diye. Sadece "Baba kimseye söylemem merak etme." dedim ama bir hafta oturamadım kıçımın üstüne. Paramparça olmuştu arkam. O andan sonra ablalarımı, kardeşlerimi hatta abilerimi bile babamla yalnız bırakmamak için her şeyi yaptım. Elimden geldikçe korumaya çalıştım onları. Beni koruyan olmamıştı. Söylesem de korumazlardı ama ben hepsi için ayrı ayrı korktum ve hiç yalnız bırakmadım onları babamla. Kimseye söylemedim ama yaşım büyüdükçe intikam fikri düştü içime. On sekiz yaşlarında falanım, bu bir ara da hasta oldu. Eski hali kalmadı, biz de köy çocuğuyuz güçlü kuvvetliyiz. Neyse babamı her gördüğümde "Ulan Murat." diyorum. "Siksen sikersin bunu artık." İçim hiç soğumamış çünkü. O acıyı ve ölüm korkusunu unutamıyorum. Bir gün baktım herkes evde, bu yok. "Baba nerede?" dedim. Bağa gitmiş. Aldım elime bir silah, gittim bağa. Orada çalışıyor, gebermiş yorgunluktan. "Baba" dedim. "Dön arkanı." "Ne diyorsun lan sen?" dedi. Kuyruğu da hiç indirmez. "Dön lan arkanı." dedim. Yerden serpuneyi kaptığı gibi üzerime yürüdü. Hemen silahı çıkardım. Bana yaklaşmasına izin vermedim. Ödü patladı şerefsizin. "Dön arkanı baba." dedim. Gözlerindeki ölüm korkusu ve utancı görmek içimi soğutmaya yetmişti ama yarım bırakmayacaktım işimi. "Eğil, indir donunu." dedim. Elindeki serpuneyi iyice kavradığını farkettim, bir atak yapacaktı. "Onu elinden at, donunu indir!" diye bağırarak havaya sıktım bir tane. Hemen dediklerimi yaptı. Serpuneyi yerden aldım, babama soktum. Yedi yaşındaki Murat gibi titredi korkudan. Yedi yaşındaki Murat gibi kan oldu her yeri. Yedi yaşındaki Murat gibi korktu ölmekten. Yedi yaşındaki Murat ağlayamamıştı bile. O hüngür hüngür ağladı.

(-Beni odaya kilitle. Kapıyı da açma bir süre.mrrrr.)

©2023, Gargoyle Dergi

bottom of page