Utku'can Yazıcı
Çok Satan Reklamlar
.png)
Reklam başlamak üzereydi. Fazıl heyecandan yerinde duramıyordu. Aylardır bu reklamı izlemek için bilet kovalıyor, ne zaman yeni bir oyun için biletler satışa çıksa anında bitiyordu. Cemre ile salonda yerlerine oturmuş, reklamın başlamasını beklerken Fazıl Cemre’ye sürekli “Tüysüz Komedi”nin neden bir klasik olduğunu anlatıyordu. Oysa Cemre sergilenecek oyunun kitabını okuduğunda Fazıl’ın abarttığını düşünmüştü. Bunu Fazıl’a söylemedi. Bazı gerçeklerin saklanması gerektiğine inanırdı. Bu düşünce onu gittikçe fikirlerini söyleyemeyen bir kıza çevirmişti ama sevgilisinin heyecanını gördükçe fikirlerini söylememe konusunda daha ısrarcı davranıyordu. Cemre eski sanata daha düşkündü. Her şeyin reklama dönüştüğü bu dünyaya alışamamıştı. Eserler eskisi gibi içten değildi. Hayır. Belki “Tüysüz Komedi” gerçekten başarılı bir eserdi. Ama insana dair bir şeyler söylese bile en nihayetinde bir jilet reklamı okumuş oluyordunuz. Şimdi de bu reklamı izlemeye gelmişti sıra. Işıklar kapandı. Üç saat sürecek oyun boyunca Fazıl Cemre’nin gözlerine bakacak, onun duygularını anlamaya çalışacaktı. Çıkışta ise bir koli jilet almayı ihmal etmeyecekti. Evi “Tüysüz Komedi”nin ambalajlarıyla kaplı jiletlerle doluydu. Hepsinin üzerinde farklı bir karakterin resmi vardı ve modelleri sürekli yenilendiği için bir koleksiyon değeri taşıyorlardı. Oyun başladı. Sahneye çıkan adam “Tanrım!” dedi “Ne korkunç bir manzara? Hala sakalını kesmemiş erkekler görüyorum”. Ardından sahneye upuzun sakalı olan bir kadın girdi ve adam ekledi “Ve kadınlar!”.
Sanat devriminden yüz sene kadar önce Suat önündeki 600 sayfalık reklamı okudu ve “Bu çılgınlık!” dedi.
Suat romanı okurken Eren iki saat boyunca onu izlemiş, tepkilerini gördükçe eseriyle gururlanmıştı. Beş senelik çalışması meyvelerini vermeye hazırdı. Suat iri yanaklarından boncuk boncuk terler akarken bir süre koca bıyığıyla oynadı.
Eren gülümseyerek konuştu “Canın kola istiyor değil mi? Bu sıcakta ne iyi giderdi?”.
Suat duygularını saklamadan “Bu romanı, yani reklamı, her ne haltsa okuyup canı kola istemeyen duygusuz bir robottan başka bir şey değildir” dedi.
Bir süre sustular. Suat nasıl bir eşikte olduklarını anlıyor, Eren bu eşiği yaratmanın haklı gururunu yaşıyordu.
Suat “Fakat”, diyerek sessizliği bozdu, “bunu markaya nasıl satacağız. 600 sayfadan bahsediyoruz Eren. Olacak şey değil”.
“Yapma Suat” ,dedi Eren, “dünyada bu reklamı satacak biri varsa o da sensin”.
Suat’ın egosu okşanmıştı.
“Peki bu reklamı markaya sattık diyelim insanlara nasıl satacağız. Kim bu kalınlıkta bir reklamı okur? Kim reklam okur? Reklam ne zamandır okunacak bir şey oldu”.
Eren kahkaha attı. “Suat burası çıldırmış bir dünya ve ben çıldırmış bir adamım”.
“Sen kafayı yemişsin ama bu hiçbir şeyi cevaplamıyor.”
“Hadi ama anlamıyor musun? Bu bir roman ve bir reklam. İnsanlar başlangıç için roman olduğunu bilseler yeter. Zaten okuduklarında anlayacaklar.”
Suat’ın gözleri parladı.
“Yani piyasa roman olarak sunacağız. Yalan da değil. Aşk, macera, aksiyon, gerilim, entrika, bilim kurgu ve bir tutam ergenlik. Bu reklamda çok satacak bir romana dair her şey var.”
Eren düşen omuzlarını gururla gererek konuştu.
“İyi bir kampanyayla ‘Şapkacı’nın Ferahlatan Maceraları’nın herkesin okuması gereken bir roman olduğunu yayacağız.”
“Bir nevi reklamın reklamı yani. Reklamın bir ürüne dönüşmesi hatta bir sanat eserine dönüşmesi… Sen bir dahisin! Dahisin!”
Ve çalışmaya başladılar. Uzun toplantılar sonucu kola markası romanı satın aldı. Filmler, ilanlar hazırlandı; ünlü isimlerle sözleşmeler imzalandı. Roman çok geçmeden çok satanlar listesinde ilk ona girmişti. Romanın aslında bir reklam olduğu da kısa sürede anlaşıldı. Fakat kurgusuyla, üslubuyla o kadar nitelikli bir eserdi ki çoğunluk romanın iyi bir sanat eseri olduğunda hemfikirdi. Ancak roman yazarlarından önemli isimler sanatlarının bu şekilde reklama alet edilmesini en sert yazılarıyla eleştirdiler. Bu eleştiriler eski sanat ve reklam sanatı tartışmasının fitilini ateşledi. Böylece reklam sanatı isimli yeni bir akım ortaya çıktı ve bu yeni alana ilgi gittikçe büyüdü. Hatta yeni akım öyle bir hal aldı ki zamanla roman dışında sinema filmleri, tiyatrolar, şiirler, şarkılar hatta sanat sergileri bile reklam sanata dönüşmeye başladı. Bu sanatçılar için de markalar için de çok karlı bir durumdu. Sanatçılar telif yanında reklam parası da alıyor, markalar hem ürünlerini hem gerçek anlamda reklamlarını satıyordu. Bir süre sonra sanat eserleri, sanat eserlerindeki karakterler, replikler ürünlerin ambalajlarında yer almaya başladı. Markalar sanatçılara yatırımları artırdı, kendi film stüdyolarını, kendi tiyatrolarını kurdu. Eski sanat dergilerde sürmeye devam etse de yeraltına çekilmiş cılız bir sesti artık. Her şey reklam olmuştu. Büyük bir devrimdi. Ve kimileri için büyük bir yıkım. Bu yeni çağ kabul gördükçe Suat yaptıkları işin büyüklüğünü daha da kavrıyor, Eren ise zaten beklediği dönüşümün tadını çıkarıyordu.
Bir gün Eren Suat’a şunu söyledi: “Artık sinemalarda reklam gösterilmiyor farkında mısın? Ama insanlar oraya reklam izlemeye gidiyor. Bunu biz yaptık.”
“Biz yapmadık Eren, sen yaptın. Reklam sanatın yaratıcı babası olmakla kalmadın yepyeni bir çağ başlattın.”
“Umarım bir şeyleri öldürmemişizdir.”
“Kola satışlarına bakarsak birkaç mide öldürdüğümüz kesin.”
Gülüştüler.
Oyun bitti. Salondan çıkarlarken Fazıl Cemre’ye oyunu nasıl bulduğunu sordu fakat kalabalık içerisinde sorusu dağıldı ve kayboldu. Tiyatronun kafeteryasında zar zor yer bulup oturduklarında tekrar sordu ve heyecanlı gözlerle cevabını bekledi. Cemre kendisini gülmeye zorlayarak konuştu:
“Bu oyunu izleyen herkes neden çok satan bir reklam olduğunu anlayacaktır”.
.png)
_edited.png)